Bisiklet turlarimin finansmani icin sanatsal olan fotograflarimin telif haklarini satisa cikarmaya karar verdim. Ilgilenen olursa sayfanin ozel mesaj butonundan veya baymineral@gmail.com adresinden satin almak istedikleri fotograflarin linkleri ve fiyat teklifleriyle birlikte bana ulasabilirler. - Baki Berk Kayalar

27 Temmuz 2009 Pazartesi

B4-5.Kısım: Kalkan - Eğirdir = 28.06 - 02.07.2009

18. Gün: 28 Haziran 2009 Pazar

Dalga hışırtılarının ve milyarlarca yıldızın eşliğinde geçirdiğim, ruh dinlendirici gecenin ardından güne merhaba diyorum sabahın 6 küsüründe.

Kalkan plajı keskin olmayan kenarlı, beyaz iri kireçtaşı kayacı tanelerinden oluşuyor. Matın altından bile bu taşlar hissediliyordu. Neden bilmiyorum ama çok rahatsız bir uyku geçirmedim. Normalde sırt ağrısıyla kalkmayı beklerdim ama olmadı çok şükür. Yattığım yer tam düz değildi. Bir tek bu durum beni rahatsız etti. Uyurken sabit duramadım bir türlü :)

Yattığım yerin manzarası.



Toplandıktan sonra Scotty ve Bıcır' ı kumsala indirdiğim bir kaç metrelik dik ve gevşek zeminli rampacıktan yürüyüş yoluna güçlükle çıkartıyorum. Anayola ulaşmam için ise duvar gibi dik bir yokuş beni bekliyor. Onu da itina ile kahvaltı niyetine hallediyorum :)

Anayola ulaştığım noktanın az ilerisinden manzaralar.





Geceyi geçirdiğim kumsalın yoldan görünümü.



Kalkan hatırası.



Kaş yolu bana cesurca pozlar vermeye başladı. Böyle bir güzelliğin içerisinde pedal çevirmek bana çok büyük keyif veriyor. Önümde sıralanan kısalı uzunlu yokuşlar keyfimi kaçıramıyor. Çünkü o kadar güzel bir yol ki, insan kendisini yola değil, manzaralara odaklıyor. Tabiat ana doğaya güzellik katarken buralara biraz torpil yapmış anlaşılan. :)

Bu ilk fotoğrafta sağımdaki bir sitenin köpeği çıngar çıkarıyor ama umrumda değil :)



Bir kaç kilometre sonra arkamda bıraktığım yolu görüntülüyorum.



Kaputaş Mevkii.



Bin bir türlü zorluklarla açıldığı belli olan Kaputaş yarmalarının inşaasında vefat eden işçi büyüklerimi saygıyla anıyorum.



Kaputaş' taki köprüden manzara. Denizi pek sevmediğimden plaja inmedim.



Söyleyecek söz yok :) İnsanın bu yoldan ayrılası hiç gelmiyor.



Geride bıraktığım sahil şeridi.



Merhaba Kaş.



Kaş' a giriş tabelasından sonra yapımı süren yat limanı inşaatı nedeniyle yol biraz bozuluyor ve kamyon trafiği artıyor ama geçici bir süreliğine.

Sıcak pek bastırmadan Kaş yokuşunu tırmanmak istiyorum. Bu yüzden kent merkezinde fazla kalamıyorum. Bir pastanede pohoçalı ve çaylı kahvaltımı ediyorum. Ardından bir markete geçip sıvı alımını yapıyorum. Market sahibi ile güzel bir sohbetim de oluyor.

Çıkış başlıyor. Çıkışın 1. kmsinde tesadüfen benimle karşılaşan, Doğan Haber Ajansı' ndan bir muhabir ve kameraman benim önüme geçip beni görüntülüyorlar. Sonrada benimle röportaj yapıyorlar. Sonradan öğrendiğime göre benimle yapılan röportaj televizyonda yayınlanmamış :( Olsun. Başka sefere.

Kaş çıkışı etkili ve sürekli ama manzaraları gür. Bu yüzden pek sıkmıyor. Ülkemizin Dalmaçya tipindeki kıyı şeridi Finike - Kalkan bölgesinde yer alıyor. Aslında küçücük bir Dalmaçya tipi sahil. Burası bile bu kadar güzelse, Adriyatik Denizi' nin doğu kıyılarını oluşturan Dalmaçya tipi kıyı şeridi kimbilir ne kadar güzeldir. Gelecekte yapmayı planladığım turların arasına Adriyatik Denizi turunu da yazıyorum.



Scotty ve Meis Adası. Meis "Göz" demekmiş. Kaş ve Göz yan yana.



Kaş manzaralarına devam. Doğa güzel olmasına güzel ama hilkat garibesi, estetikten nasibini almamış beton yığınları da olmasa tam olacak.



Bir kaç kilometre öteden Meis Adası. Bu uzaklıktan bile çok güzel görünüyor. Kimbilir içi nasıldır. Ada ülkemize ait olsa gemiyle geçip bir-iki gece kalırdım ama küçücük bir ada için vize, pasaport uzatma, liman vergisi gibi şeylerle uğraşmaya deymezdi.



Kaş yokuşunu Güneş altında çıkmama rağmen pek zorlanmadım. Yol geniş, eğim fazla değil ve trafik yoğunluğu oldukça az.

Yokuşun tepe noktasında bir köyde mola veriyorum. Köy kahvesinde kendime yer buluyorum hemen :) Tuvalet işi halledikten sonra çay içiyorum. Birde yöreye özgü çörek otu kahvesi varmış. Toz hale getirilmiş çörek otu ile nohutun karışımından oluşuyor ve bildiğimiz Türk kahvesi gibi yapılıyor. İçerisinde normal kahve yer almıyor. Bir fincan çörek otu kahvesi içtim ama tadını şahsen hiç beğenmedim. Kahve sahibinin bir yandan çay servis edip, bir yandan okey oynaması ilginçti. Kahvehaneye bitişik olan marketten yarım kilo kadar kiraz aldıktan sonra yola devam ediyorum. Kekova sapağına kadar biraz iniş ve biraz çıkış var.

Antalya sapakları.



Kekova sapağı.



Kılıçlı Köyü' ne inmeden evvel.



Aşağıda görünen yerleşim Kılıçlı Köyü. Köyün ardında çok uzun olmayan bir çıkış ve çıkışın ardında uzun bir iniş beni bekliyor.



Kılıçlı Köyü' nde yerel ürünler satan bir tezgaha yanaşıyorum. Yeni toplanmış üzümler beni bekliyor. Kilosu 2 lira. Ama değer. Yandaki çeşmeden hemen yıkayıp yeme moduna geçiyorum. Çekirdekli bir üzüm türü bu ama o kadar tazeler ki çekirdekleri çok yumuşak ve çekirdekleriyle beraber yenmesi için son derece uygun. İlk üzümleri çekirdeklerini ayıklayarak yemeye çalışsam da yumuşaklıklarını fark edince olduğu gibi yiyorum. Orada taze, kabuklu badem satılıyordu birde. Ondan da bir torba aldım. Torbası, yani kilosu 2 lira. Taşla bile kırması çok zor, sert kabukları var. Şehirlerde satılan kavrulmuş kabuklu bademlere hiç benzemiyor. Eve geldiğimde bir kiloluk Amerikan malı yekpare gövdeli jeolog çekicimle zor kırdım onları. İçi ise nefis.

Satıcıda oyalanırken Kocaeli Belediyesi hizmetindeki bir minibüs, gideceğim yöne doğru gitti. Kısa bir süre sonra bulunduğum yere geldi. Meğerki İzmitli arkadaşlar varmış içerisinde. Aralarından birisi beni fark edince geri dönmüşler. :)

Onların üzüm ve ada çayı faslından sonra ben bisikletle yola çıktım, onlarda minibüsle yola devam ettiler. Rampayı çıkarken çadır örtümü yola düşürdüm. Arkamdan gelen arkadaşlar onu alıp Kekova sahiline doğru geçiş yaptılar. Arkadaşlarla sahilde buluşmak üzere vedalaştım. Zaten çoğu iniş olan 10 km. kadar yol vardı. İnişlerde arada bir ters, genelde arkamdan gelen rüzgâr nedeniyle temkinli indim. 40 km/h yi pek geçmedim. Riske gerek yok. Büyük iniş bittikten sonraki ovada yer alan bir köyden transit geçtim. Köy abartmamak gerekirse resmen adaçayı kokuyordu. Büyükşehir insanı olarak egzoz, fabrika dumanı solumaya alışmışım. Adaçayı kokulu bir köyden geçince kendimi tuhaf hissettim. Köyden sonra 1 km kadarlık dik bir yokuş var. Yokuşun inişinde de dahil olmak üzere bir kaç tane "hair pin" yani "saç tokası" türünde viraj var. Bunlardan geçmek zevkli oldu.

Çokta uzun olmayan bir inişle sahile varıyorsunuz. Turistik ve ufak bir yerleşim. Çok aşırı pahalı değil. Pek fazla konaklama seçeneği yok. Pansiyon görevlileri beni hemen herkes gibi turist sandıkları için "pension" diyerek beni kendilerine çekmeye çalışıyorlar ama niyetim çadırda kalmak.

Neyse.. Sahilde arkadaşlarla buluşuyorum. Tekne turu ayarlamışlar. Değerli eşyalarımı aldıktan sonra bisikleti bağlayıp bir manava emanet ediyorum.

Tekne turundan manzaralar.















Rüzgâr oldukça sert. Deniz dalgalı. Teknemiz dalgalarla boğuşuyor. Denizin üst ve altındaki tarihi kalıntıları sağlıklı biçimde izleyemiyoruz. Neyseki adada sakin bir koy bulunuyor. Diğer tekneler de orada demirlemişler. Tatilciler deniz keyfi yapıyor.

Denize son yıllarda pek girmiyorum. Kekova' nın denizi hoşuma gitti. Oralara her zaman gelinmez. Bende girmeye niyetlendim diğer arkadaşlar gibi. Fakat burada da denize giremeyecektim. Minibüsün şöförü, kaptanın "balıklama atlama, dibe çarparsın" uyarılarına aldırış etmiyor ve beklenen oluyor. Şöför kan içinde denizden çıkıyor. Eli ve kafası kanıyor. Elinde ciddi bir yarık var. Hemen demir alıyoruz. Kale' deki hastaneden ambülans çağırılıyor. Neyseki kanama duruyor. Karaya vardıktan bir süre sonra ambülans şöförü ve refaketçi iki arkadaşı alıp gidiyor. Koskoca bir adamın laf anlamazlığı yüzünden herkesin eğlencesi zehir oluyor. Çocuğa bile söyleseniz laf dinleyecektir. Bu vukuatta, grupla yapılan aktivitelerde bir kişinin uyarılara kesinlikle uyup, şahsi hareket etmemesi gerektiğini öğrendim.

İzmitli ekip araç kullanmayı bilen bir arkadaşın sürücülüğü altında yola çıkacaktı. Yola çıkılmadan bir kaç dakika önce sahildeki otoparkta neden konulduğu bilinmeyen çivili büyük bir tahtanın çivilerinden biri gruptaki bayanlardan birinin ayağına batıyor. Hayret bir şey ya..

Grup ayrılıyor. Daha sonra öğrendiğime göre Kale' deki yapılan ilk müdehalelerin ardından laf anlamayan şöför ambülansla Antalya' daki bir hastaneye nakledilmiş ve orada uzman bir doktor dikim işlerini halletmiş. Umarım kendisine ders olur. Bir daha şahsi davranışları yüzünden başkalarının eğlencesini zehir etmemeyi öğrenir.

Neyse.. Kamp yeri aramanın zamanı geldi. Kaleüçağız mevkiine doğru gevşek zeminli, kısa ama dik iniş çıkışlarla dolu bir yoldan gidip geliyorum.

Bunlar o yolun manzaraları.







Köy merkezine geri dönüyorum. Köydeki tek kamp alanına yerleşiyorum. Rezil bir kamp yeri. Her taraf hurda malzemelerle dolu. Üstelik 15 lira! Sözde karavan kampı olarak geçiyor ama tek müşteri ben'im. Çadırımı kurduktan sonra sahile iniyorum.

Bu ev ilgimi çekti.





Sonrada bu tarihi Giant karşıma çıkıyor.



Kekova köy merkezi, dalgalara kapalı bir noktada. Dolayısıyla denizi çamurlu. Sahilde kendime uygun bir yer bulup denizde bacaklarımı suda dinlendiriyorum. Kayalar son derece keskin olduğundan kayalara oturmak can yakıyor.

Kekova sessiz sakin, güzel bir yer. Akşam yemeğimde karpuz ve taze badem var. 6 küsür kiloluk karpuzun çoğunu bir oturuşta yok etmeme rağmen gece tuvaleti özlemiyorum.

İşlerim erken bittiği için 21.30 gibi yatıyorum. Uyumaya çalışıyorum ama aynı zamanda kafe olarak işletilen kamp alanında müzik yayını var. İyi, hoş. Müzik dinleyerek uyumayı severim. Fakat gerizekalı kamp yeri sahipleri bir türlü müzik beğenemedikleri için her bir parçayı bir kaç saniye dinleyip değiştiriyorlar. Bu değişim silsilesi en az yarım saat sürüyor. Sinirlerim tavan yapıyor sayelerinde. Neyseki disko ortamında bile uyuyup, rûya görmeyi becerebilmiş birisi olarak bu durumda da uyumayı başarıyorum.

18. Gün bilgileri:

65.99 klm / 1513 klm toplam
13.0 km/h ort. / 47.5 km/h maksimum. (Kalkan-Kaş arası)
1756 kalori.

-------------------------------------------------------------------------------------

19. Gün: 29 Haziran 2009 Pazartesi

Sabah daha makul bir saatte yani 08.30' da kalkıyorum. Hava her zamanki gibi günlük güneşlik. Normalde burada bir gece fazladan kalmayı planlıyordum ama Kekova' da ada haricinde görülebilecek yakın bir yer yok. Yanımda özel biri de yok. Kitap okuyarak gün geçirmeyi sevmem. Bütün gün külüstür bir kamp alanında sıcak altında dönüp durmaktansa yol alırım daha iyi diyerek çadırımı topluyorum.

Çadırımın kurulduğu bölge. Fotoğrafı çektiğim noktada yani arka planda çadır kurmuştum.



Toplandıktan sonra sahile iniyorum. Marketten su, maden suyu v.s. alacağım. O sırada kask aynam karavancı İtalyan dostlarımızın dikkatini çekiyor. Biraz İtalyanca bildiğimi onlara belli edince İtalyanca-İngilizce-Türkçe karışımı bir sohbet ortamı oluşuyor. İhtiyaçlarımı aldıktan sonra geldiğim yoldan geri çıkıyorum. İlk köyden sağa saparak Kale' ye yöneleceğim.

Kekova' dan ilk çıkışta arkamda bıraktığım manzara. Bu yokuş nispeten kısa olmasına rağmen Güneş altında terletiyor.



Köyden şaşkın bakışlar altında transit geçiyorum.

Kale' ye giden kestirme yol çok güzel. Manzaralı ve bol uçurumlu, çok dar değil ve trafiği çok seyrek. Kekova' da sohbet ettiğim İtalyan büyüklerim Kale yönüne doğru geçerken telefon molası verdiğim bir rampa tepesinde beni yakalıyorlar. Hepsinden selam kornası alıyorum :)

Arkamda bıraktığım tehlikeli bir viraj.



Muhteşem bir manzara daha. Manzara iyi hoş ama etraf çok pis kokuyor. Çevrede seracılık yaygın bir geçim kaynağı. Seralardan alınan organik artıklar bir yerde depolanıp gübre olarak kullanılacağına yol kenarlarına atılmış. Arada bir yığınlar halinde domatesler görüyorum ve içim gidiyor. Bunlar ziyan edileceğine fakir halkımıza dağıtılsaydı diye düşünmeden edemiyorum. Ama fiyat düşmesin diye çiftçiler ürettikleri ürünlerin fazlasını böyle israf ediyorlar.



Bir önceki manzaraya dikey bakış.



Buradan sonra Kale' ye kadar yol iniş ağırlıklı. Arayol anayola kavuştuktan sonra 46.7 km/h' ye kadar çıkıyorum. Romörk varken fazlası tehlikeli. Bisiklet boş olsa bilmezmiyim 60-70 km/h yapmayı :)

Kale' ye varıyorum. Yemek yesem iyi olacak. Şehir merkezine giriyorum. Çorbacı gibi bir yerde çorba, su ve salataya 7 lira verince sinirlerim geriliyor. Lokantanın aldığı o fazladan para helal olmasın diyorum. Kale şehir merkezi pahalı. Herkesin gözünü para bürümüş. Ben yine benzinci kardeşlerimize kaldım. Anayola geri döndükten sonra bir benzinciden litrelik dondurma alıyorum. İlk müsait yerde yemek üzere. Gölgelik bir deniz kenarı arıyorum. Ama bir türlü uygun bir yer bulamıyorum :) 10 km kadar rüzgâr arkamda olacak şekilde gidiyorum. Finike yolunun manzaraları başlıyor. Kumsal ortamı sona eriyor. Gölgelik yer bulma umudum sona ermek üzereyken bir virajın arkasından, muhteşem bir manzaranın ortasında yer alan, kayalıkların tepesine kurulmuş bir kafe buluyorum. Gölgeliği de var:) Hemen giriyorum oraya. Kendilerinden bir şey almayacağımı bir masada oturup yanımda getirdiğim dondurmamı yemek istediğimi belirtiyorum. Hemen izin veriyorlar. Kazıkçı Kale' nin ardından güzel bir gelişme. Dondurmam biraz yumuşamış ve yenmesi daha kolay olmuş.

Oturduğum yerin manzaraları. Aşağıda karadan ulaşması çok zor olan mini bir beyaz kumsal var. İnsan ruhunu dinlendiriyor orada.





1 litrelik dondurma bir oturuşta tükeniyor. Teşekkür edip ayrılıyorum.

Yol manzaraları beni kendimden geçiriyor. Muhteşem bir yol. Yol üzerindeki ufak plajlar ilgimi çekiyor ama yanlız başıma olduğum için plaj sefası yapmanın bir anlamı olmadığını biliyorum ve hepsini es geçiyorum. Özel bir kişiyle seyahat etseydim ne zaman sınrım, ne de kilometre sınrım olurdu.

Finike' ye 10 km. kadar kala mıcır kabusu başladı. Yola yeni mıcır atıyorlardı. Kask ve eldiven haricinde koruma önlemi olmayan, açıkta seyahat eden birisi olarak potansiyel hedef olma durumuna geçtim. Yanımdan her araç geçişinde kafamı sağ aşağıya çevirerek en önemli organım olan kafamı sıçraması muhtemel mıcır tanelerinden koruyordum. Çok şükür ki karşıdan gelen bir kamyonetin fırlatıp sol bacağıma isabet ettirdiği bir-iki mıcır dışında hedef olmadım. Mıcır kabusu Finike merkezine kadar devam etti. Daha sonra Kumluca rampasının başlarına kadar aralıklarla mıcır tehlikesi yaşıyorum.

Bu fotoğrafta yolun yarısı yeni mıcırlanmış. Seyir ettiğim şeride de mıcır dökülüyordu. Sonrasında gevşek zeminde gitme kabusu başlayacaktı. Yolun düz kesimlerinde normal hızda gidebiliyordum ama virajlar çok daha riskliydi.



Finike yolu hatırası.



Finike' de panayır tarzı bir etkinlik vardı. Ortalık çok kalabalıktı. Bir noktada durup bir şeyler atıştırdım ve Kumluca' ya doğru devam ettim. Yolun sıkıcılık kat sayısı arttı. Çünkü kayda değer iniş çıkışı olmayan düz bir kesimde seyahat ediyordum artık. Bir noktada canım sıkılınca bir otobüs durağında dinlendim. Sonra Kumluca merkezine devam. Çarşı merkezine gelmeden önce kargo şubesine uğrayıp evime bir koli dolusu fazlalık gönderdim ve uzun Kumluca rampası öncesinde hafiflemiş oldum.

Merkezde pek durmadım. Rampaya yaklaşınca iki ayrı bakkalda durup bir şeyler aldım. Durduğum ikinci bakkaldan ekmek almak istedim. Ama ekmekler her zamanki gibi çok büyüktü. Bakkal adama "ekmekler niye çok büyük, şunları ufaltamazlar mı, aldığım her ekmeğin yarısı köpeklere gidiyor" diye yakındım. Adamın cevabı düşündürücüydü; "yediğini ye, gerisini at çöpe". Beykonak sapağı yakınlarındaki bu bakkal hayatta hiç aç kalmamış anlaşılan. Ekmek nimettir, sen ne hakla ekmeğin çöpe atılmasını önerirsin.

Rampanın başında bir lastikçide lastiklerin arasında yemeğimi yiyorum. Menüde maden suyu, malt içeceği ve tuzlu fıstık var.

Kumluca rampasının başlangıcı. Söylenecek söz yok. Rampa için belirtilen kilometre miktarı gerçek uzunluktan 2.5 kilometre daha uzun. Yani çıkışın uzunluğu 13.5-14.5 kilometre kadar. İlk kilometreler inişli çıkışlı. Sonrasında genellikle hafif eğimli ve zorluk derecesi düşük halde devam ediyor. Fakat sürekli olarak yokuş çıktığınız için bir süre sonra canınız sıkılmaya başlıyor. Trafik yoğunluğu çok yoğun değil.



Yokuşu çıkarken arkamdan gelen bir motorsiklete tıkışmış iki eleman bana İngilizce bir şeyler söylüyor. Ben "efendim" diyince seslerini kesip tip tip baktıktan sonra basıp devam ediyorlar. Anlaşılan o ki bulaşacak turist arıyorlardı.

Yokuşun zirvesine yaklaşırken solumdaki bir dinlenme alanından kangalvari bir dostumuz çıngar çıkarıyor ve bana doğru geliyor. Duruyorum ve "yokuş çıkıyoruz, bir rahat bırak be, bayılmadım senin önünden geçmeye" diye bağırıyorum köpişe. Dostumuz sesini kesiyor ve kuyruğunu aşağıya indirip, bana bakarak önümden geçiyor ve sağ yanımdaki toprak yolda gözden kayboluyor.

Tepeye en nihayet varıyorum. Güneş çoktan battı. Havada biraz aydınlık. Yokuşun inişi başlıyor. Bir kaç yüz metre indikten sonra soldaki bir benzinliğe giriş yapıyorum. Kemer' e 20 km. kadar kaldı. Ama yolun durumunu bilmediğimden karanlıkta riske girmiyorum ve gecelemek için izin istiyorum. İzin alınıyor.

Kumluca' da tükettiğim malt içeceği ve tuzlu fıstık karışımı muhteşem bir etki yarattı. Bağırsaklarım gürüldeyerek yine bozuluyor ama gece boyu rahatsız edecek kadar değil. Benzinciden kıtır mısır cipsi alarak bağırsak düzelmesine katkıda bulunuyorum. Benzincinin üç tane köpeği var. Biri bana samimiyet gösterip kendini sevdiriyor. Fakat çadırımı kurup yattıktan sonra üçü birden beni ilk yarım saatte taciz edecekti. İki yüzlü köpişler :)

Bu arada benzinliğe gelir gelmez benim lanetli arka tekerim yine iniyor. Karnımı doyurduktan sonra tamir ediyorum.

Kaldığım Mavi Koy Petrol çok güzel manzaralı. Tuvaletleri çok temiz.

Pompacı arkadaşlarımız çay içmemi önerdiler. Mutfağa gidip fincanla çay aldım ve Kekova' da gerisini yiyemediğim karpuzu buraya bıraktım.

Mavi Koy Petrol' e yardımlarından ötürü çok teşekkür ederim.

İçtiğim çay.



19. Gün bilgileri:

86.66 klm / 1599 klm toplam
14.9 km/h ort. / 46.7 km/h maksimum (Kale' ye gelirken)
3093 kalori

-------------------------------------------------------------------------------------

20. Gün: 30 Haziran 2009 Salı

Sabah saat 6 gibi, uykumu almış bir halde uyanıyorum. Bisikleti hazırlarken minik bir süprizle karşılaşıyorum. Bisikletin doğaya dost bir ulaşım aracı olduğu, doğa tarafından kanıtlanırmışcasına bir dostumuz gidon çantama gelmiş.





Kısa bir kahvaltının ve ettiğim teşekkürlerin ardından yola devam.

Bu manzarayı görüntülüyorum.



Tekirova' ya kadarki yol bir kaç yüz metrelik dik bir çıkışın dışında sürekli iniş yada düzlük halinde. Olimpos' a 1997 yılında ailemle gelmiştim. 10 kilometre inip, indiğimi yeniden çıkmak istemediğimden es geçiyorum.

Tekirova' ya varıyorum. İçeriye hiç girmiyorum. Tahtalıdağ' ı gören bir benzinlikte dinleniyor ve dağı seyrediyorum. Benzinliğin marketinden üç kutu buzlu çay alıyorum ve kredi kartı uzatıyorum. Toplamda 5 liradan az tuttuğu için kasiyer genç 5 liradan az yapılan kredi kartlı alışverişlere komisyon bilmemnesi yüzünden patronlarının kızdığını belirtiyor ve illa benim bir şeyler daha almamı istiyor. "Bisküvi ihtiyacın filan yok mu" filan diyor. Yahu kardeşim çocuk mu kandırıyorsun. Bende hayır diyince razı oluyor. Keşki hiç almasaydım.

Benzinliğin Tahtalıdağ manzarası.



Benzinlikten ayrıldıktan kısa süre sonra Phaselis Antik Kenti' ne geliyorum. 8 lira tutan giriş ücretini ödüyorum. Tur genelinde ziyaret ettiğim ilk ve tek antik kent. İsteyenler cüzi bir ücretle müze kart alabilir ve antik kent ve müzelere belli bir zaman dilimi içerisinde sınırsız giriş-çıkış yapabilir. Müze kartın fiyatı 20 lira civarı.

Antik kent meydanına girer girmez arka tekerim yine iniyor. Haydaaaaa.. Antik kent ziyaretine mi geldik, lastik tamir etmeye mi.. Lastiği tamir ediyorum ve devriye gezen jandarmaların yardımıyla romörkü bağlıyorum.

Tamiratın ardından antik kenti (yürüyerek) gezmeye başlıyorum. Limanların birinde ayaklarımı suda dinlendirmekten kendimi alamıyorum.

İtalyan turistler epeyce fazla. Kendimi İtalya' daymış gibi hissediyorum.

Sizi Phaselis Antik Kenti fotoğraflarımla baş başa bırakıyorum.





































Kenti gezdikten sonra hazırlanıp yola koyuluyorum. Antik kent meydanında antik olmayan bir mazgal var. Biraz kaşınıp "acaba tekerim içine düşecek mi" diye düşünerek mazgalın geniş bir noktasından yavaşça geçiyorum. Fakat "langırrrtt" diye içine düşüveriyorum. Ön tekerim rotora kadar içeriye girdi. O kadar geniş yani. Romörk makas konumunu aldı ve kilitlendi. "Tur burada bitti" diye düşündüm ilk anda.

Bisikleti zorlukla doğrultuyorum ve hemen hasar kontrolü yapıyorum. Şükürler olsun ki ciddi bir sorun yok. Romörk olmasaydı ben bisikletin üstünden ters biçimde uçacaktım belkide. Zaten çok yavaş girdim. Can sıkıcı bir sorun olduğunu fark etmem zaman almadı. Ön rotor ciddi biçimde yamulmuştu ve ön tekerleğin akordu kaçmıştı. Çevreden bir pense bulup rotoru yola devam edebileceğim kadar düzelttim.

Yamulan ön rotorumun kazadan hemen sonraki hali.



Düştüğüm mazgal.

Eğer daha da kaşınıp hızlı girseydim ön tekerlek L şeklini alır, kadroda çatlaklar meydana gelir ve romörke rağmen bisikletten uçup kafa üstü yere çakılabilirdim. Allah korudu.



Mazgal kazasından sonra vakit geçirmeden yola çıkıyorum. Rotor yamuk ama fren tutuyor çok şükür. Sadece fren kolunda biraz hissediliyor o kadar.

Phaselis' ten anayola çıktıktan hemen sonra iki yol bisikletçisi, beni hiç bir selam vermeden geçiveriyorlar. İlk yerleşim biriminde bir bakkala uğrayıp meyve suyu alıyor ve rotoru biraz daha düzeltiyorum.

Kemer' e yaklaşırken arka vitesin rublenin en alt dişlilerine atmadığını fark ediyorum. Kemer' deki bir benzinciye girip vitesi kontrol ediyorum. Kadro kulağı kırılmış. Kulağın kırılmasında esas etkenin Phaselis' te yaşadığım kaza olduğunu düşünüyorum. Benzinlik personelinden bir parça tel temin edip kulağı kabataslak sağlama alıyorum. Bisikleti fazla zorlamadan, ağır ağır Antalya' ya ulaşmak istiyorum.

Kemer-Antalya yolunda trafik artıyor ve yol aralıklarla daralıyor. İlk tüneli sorunsuz geçiyorum. İkinci tünel olan 300 küsür metrelik Akyarlar Tüneli' ne girdikten 30 metre kadar sonra arkamdan gelen maganda kamyoncunun biri dibimde korna çalıyor. Neye uğradığımı şaşırıyorum. A be salak şöför, yan tarafta kaldırım yok denecek kadar az, 10 cmlik bir emniyet şeridi var, emniyet şeridi çizgisinin üzerinde de kedi gözü kasislerinden var, ben nereden gideyim peki??? 30 saniye beklesen bir tarafına mı girecek? Tünelden çıktıktan hemen sonra yol kenarında soluklanıyorum. Heyecandan dolayı titriyorum.

Tur, hatta genel olarak bisiklet hayatım boyunca tünellerde yaşadığım en korku verici durum bu oldu.

Yoldan manzaralar. Antalya' ya yaklaşıyorum.







Akyarlar Tüneli' ni geride bıraktım.

Eklemek istiyorum. Kemer-Antalya arasında bölünmüş yol çalışmaları devam ediyor. Mevcut yolun batı tarafında uzun tüneller inşa ediliyor. Bir tanesi 2 km civarında olacak gibi. Mevcut yolda iki tünelden geçiyoruz. Çalışmalar bitince Antalya' dan Kemer' e giden birisi üç tünelden geçecek. Bu yeni tüneller uzun olduğundan bisikletçilerin kabusu olacak.





Buda sevdiğim bir ada.



"Merhaba Antalya".. Kişisel bir zafer daha.



Antalya girişinde bir benzinliğe uğruyorum ama personel buz gibi. Hiç bir şey almadan şehrin merkezine ilerliyorum. Sonraki bir benzinlikte duruyorum ve kendime ödül olarak bir torba çikolata alıyorum. Hak ettiğime inanıyorum çünkü.

Çikolataların bir kısmını yerken birisi yanıma geliyor. Bana açılmamış kutuda gazoz ikram ediyor ve sayemde bisikletle evden işine gideceğini anlatıyor. Eviyle işi arasında 1 km mesafe varmış ve arabasıyla gidip geliyormuş. İnşallah sözünün arkasında durur.

Yola devam edip Beach Park' a giriyorum. Parktaki yürüyüş yolunun sonuna kadar kimse bana karışmıyor. Yolun sonuna gelince güvenlik bana müdehalede bulunuyor :) Sonra Ender Alıcıoğlu abimle buluşmak üzere tramvay istasyonuna çıkıyorum.

Antalya trakvayı.



Antalya tramvayı.





Değerli bisiklet dostu büyüğüm Ender Alıcıoğlu ile buluştuktan sonra vakit kaybetmeden Scott bayisi olan bisikletçiye geçiyoruz. Kırılan kulağın yerine sıfır kilometre bir Scott' tan söktükleri yeni kulağı takıyorlar ve yamulan rotoru nazik elleriyle biraz daha düzeltiyorlar. Sadece kulağın ücretini almaları büyük bir güzellik oluyor. Kendilerine çok teşekkür ediyorum.

Kırık kulağım.



Bakım çalışmaları. Scott' nin bu turda geçirdiği üçüncü büyük ameliyat.



Scott bayisinden görüntü.



Ender Abim beni evlerinde akşam yemeğine götürmeden evvel şehri gezdiriyor.

Hatıralar.





Antalya merkezinde bu tabela ilgimi çekiyor. Trensever dostlarımın gözlerine hitap etmesini dilerim. Umut ediyorumki bir gün Antalya' ya tramvay değil, gerçek trenler de gelecek.



Scotty ve Antalyalı arkadaşı.



Yanlarından geçtiğim Beydağları pusun ardında ne de güzel görünüyor.



Ender Alıcıoğlu abim.



Bir turiste çektiğimiz toplu fotoğraf.



Düden Şelâlesi.

Burada annem ve ablamı arayıp şelâlenin sesini dinletiyorum.



Düden Şelâlesi' nden ayrıldıktan sonra Ender Abinin evine geçiyoruz. Bahçeli şık bir daireleri var.

Ters ışıkta bahçelerindeki bir güzellik oldukça değişik görünüyor.



Ender Abilerin evi havalimanının çok yakınında. Dolayısıyla uçak manzaralı. Uçaklardan birini görüntülememek çok ayıp olurdu.



Ender Abimin eşi ve kızları yaptıkları hamur işlerini benimle paylaştılar. Hoş bir sohbet ortamı doğdu. Her şey için kendilerine çok teşekkür ederim.

Yemekten sonra kalacağım güvenli bir yer aramaya başladık. Uzun dolaşmaların ardından Lara sahilinde güvenli sayılabilecek bir nokta buluyorum. Ender Abim benimle vedalaşıp evine dönüyor.

Kamp yerimde piknik masası var. Masanın bankları da mevcut. Scotty' i Bıcır ile birlikte banka dayadım. Tulumumu açtım. Bıcır' ı yastık olarak kullanarak güvenle uyudum. Sakin bir ortamda, yıldızların altında biraz rahatsız da olsa uyuyabildim.

20. Gün bilgileri:

105.33 klm / 1705 klm toplam
17.0 km/h ort. 48.6 km/h maksimum. (Tekirova' ya inerken)
2216 kalori

-------------------------------------------------------------------------------------

21. Gün: 1 Temmuz 2009 Çarşamba

Serin bir Antalya sabahında uyanıyor ve 05.55' te harekete geçiyorum. Bugün Eğirdir' e varmam lazım. Aslında bir saat daha erken çıksaydım keşki. Yol uzun ve çok zorlu olacak çünkü.

Eklemek istiyorum, Antalya diyip geçmeyin, sabah gerçekten üşütücü bir havada uyandım. Yazın güneye tura giderken yanınıza uzun kollu bir şeyler almayı ihmal etmeyin. Sabah 18.7 C idi.

Kaldığım piknik masası seti.



Antalya caddelerinde günün ilk ışıkları.





Antalya Havalimanı yolundan devam ediyorum. Havalimanı girişine gelmeden bir kaç kilometre evvel ufak çapta bir köpek kovalaması yaşıyorum. Şükür ki sorun yok. Olacak o kadar.

Yollar sabah tenhalığında. Havalimanı girişine gelmeden evvel kenardaki bir kamyonetten işaret geliyor ama takmıyorum. Havalimanı girişinden çıktıktan sonra bana işaret veren kamyonetçi yanıma geliyor. Şöförü bana sıcak ekmek uzatıyor ve yanındaki şeftali torbasındaki şeftalilerin bir kısmını benimle paylaşıyor. Ekmek kamyoneti. Yolcuya kahvaltılık taze ekmek uzatan o elleri çiçeklerle, güzelliklerle dolar inşallah.

Havalimanından gelen yol beni Alanya yolu ile buluşturuyor. Bir kaç kilometre kadar kaymak asfaltta hafif iniş ortamında süzülüyorum. Uzunca bir süre üstünde gideceğim son kaymak asfalt olacaktı. Köprülü kavşaktan Isparta yönüne dirse ediyorum. Az ileride bu tabela bana gülümsüyor :)

Tabelanın olduğu yere kadar 1721 klm gelmişim. Kerpe' den İzmit' e dönüş dahil 782 klm daha gidecektim.



Tabelanın biraz ötesindeki bir benzinliğe (Mevlana Petrol' e) kahvaltı etmek için giriyorum.

Az önce ikram edilen sıcak ekmek, tur boyunca yanımda olan zeytinlere arkadaş oluyor. Benzinciler beni sıcak karşılıyor. Bana peynir veriyorlar sağ olsunlar. Gezgin ruhlu petrolcü bir abimle güzel bir sohbet ortamı doğuveriyor.

Vakit geçirmeden devam. Hafifçe yükselen yol, bir kaç kilometre sonra 198 metre rakımdan keskin bir yokuşla iniveriyor.

Kargı Tüneli' ne çıkan yokuşa başlamadan evvel sol taraftaki bir benzinciye giriyorum. Havalimanı yakınlarında ikram edilen şeftaliler yıkanıp yeniliyor. Başka bir şeyler daha yiyorum.

O sırada Alman plakalı bir araç geliyor. Ben kendi halimde takılıyorum. Bir kaç dakika sonra sürücüsüyle olan diyaloğum:

Adam: Do zet Alman?
Ben: Ne Almanı ya!
Adam: Seni Alman sanmıştım.

:)))

Kargı çıkışına hazırım. Anadolu yükseltisine çıkmadan evvel tırmanmam gereken ikinci yokuşa yani.

Benzincide iken çizgi çalışması yapan karayolları aracının gideceğim yöne doğru gittiğini fark ettim. Yola koyuldum. Çizgiler henüz kurumamış. Yol boya kokuyor mis gibi. Birazcık imza atıyorum :)



Bir kaç kilometre sonra çizgicileri yakalayıp makas atarak geçiyorum :) Sonrasında günün iki nolu büyük çıkışı başlıyor. Güneş altında Burdur İl Sınırı' nı aştıktan sonra 580 metre uzunluğundaki Kargı Tüneli' ne varıyorum. Trafik çok yoğun değil. İyiki de öyle. Çok şükür ki tünel geçişim sırasında arkamdan araç gelmiyordu. Tünele öteki baştan giren bir kamyonun uğultusu beni azda oılsa ürkütmeye yetti.



Tünelden sonra dik bir iniş başlıyor. İnişin sonlarında Karacaören barajlarından biri görünüyor. Oralarda kamyoncuların takıldığı bir lokantaya giriyorum.

Yemek yerken arkamdaki masada oturan Anamurlu kamyonculardan "yollar çekilirmi bununla ya!" yorumu geliyor.

Çok pahalı olmayan bir yemek yedikten sonra yola devam ediyorum. Barajdan geçip kıyısında ilerliyorum.





Ardından üçüncü çıkış başlıyor. 2-3 kmlik terletici çıkışın sonuna yaklaştığımda tepede hediyelik eşya satıcılarının olduğu tezgah gibi bir şey gördüğümü sanıyorum. Yaklaşınca onun otomobil dolu bir TIR olduğunu anlıyorum. Bir ağacın kenarına çömelip dinlemmeye hazırlanıyorum. O sırada şöför bana uzaktan sesleniyor ve yanına çağırıyor. Karpuz sefası yapıyorlar ağaç altında. Bana da bir dilim düşüyor :) Bir otomobil yükünü boşaltmış bir TIR daha vardı. İki şöförle sohbet ettim. Amatör trenci olarak kamyoncular hakkında fazla bilgiye sahip değilim. Onlar sayesinde TIRcılar hakkında bir şeyler öğrendim. Gayet kaliteli, bilgili ve okumuş insanlar.

Beni araca alarak yokuşun tepesine çıkarmayı teklif ettiler ama başka bir araçla yolculuk turun amacına ters düştüğünden kibarca reddettim.

İsmail Baydur ve Ahmet Ayyıldız abilerime güzel sohbetleri ve ikramları için çok teşekkür ederim.





Mola verdiğim üçüncü çıkışın sonu henüz gelmemiş. 1-2 km. daha tırmandıktan sonra dik ve uzun bir inişle soluklanıyorum.

Karnım tekrar acıkmaya başladı. Etkili ve sürekli, yani dik ve uzun Akbelenli çıkışından önce bir şeyler yemem lazım. Yoksa duman olurum. Yemek yiyecek bir yer yine bulamıyorum. Bir bakkaldan cips ve meyve suyu alıyorum mecburen. Sonra devam.

Dördüncü rampa öncesinde Elsazı Köyü' nden geçerken yolun sol tarafındaki köy kahvesinde mola veriyorum. Maden suyu, atıştırma v.s.. Köyün ihtiyar heyeti pek sıcakkanlı. Kaskım çok hoşlarına gidiyor.







Bu yoldan bisikletçiler genelde inerlermiş. Çıkış yapan pek yokmuş. Neşeli sohbetleri, sıcakkanlılıkları için teşekkürler.

Elsazı' ndan sonra dördüncü rampayı da selam veren kamyoncuların eşliğinde afiyetle yiyiyorum. Rampanın tepesinden manzara. Bir kaç kilometre sonra Eğirdir yoluna sapacağım.



Eğirdir yoluna sapıyorum. Yol dar ve nefis. İlk bir kaç kilometre hafif iniş çıkışlarla ilerleme sağlanıyor. 5 nolu esas çıkış başlamadan evvel ileride benzinlik gibi bir yer görüyorum. Çok seviniyorum ama yaklaşınca su dolum tesisi olduğunu anlıyorum :( Tesisin yanından geçerken tesisin kapısından birileri bana sesleniyor. Ellerinde 1.5 litrelik, açılmamış 2 şişe buz gibi su. Hemen yanlarına gidip suları alıyorum. Bende suluklarımı dolduracak çeşme arıyordum. Daha güzeli oldu. Şişelerden biri bitiverdi hemen :) Kana kana buz gibi su çok iyi geldi bünyeme.

Su veren adlarını bilmediğim fabrika personellerine çok ama çok teşekkür ederim.

Eğirdir yolunun eğimi az kesiminden iki görüntü.





Yokuş sertleşmeye başlıyor. Arada bir kamyonlar ve diğer araçlar geçiyor. Manzaralar nefis.









Yolun ziftinin Güneş etkisinden yumuşaması nedeniyle yol yapış yapış. Bu durum yokuşta daha fazla zorlanmama sebebiyet veriyor.

Turun tartışmasız en zorlayıcı etabı burası oldu. Eğimi çok fazla ve kısa virajlar var. En uygun rampa vitesinde bile ıkına ıkına çıkıyorum. Romörkün sulu ağırlığını epeyce hissediyorum. Ama çıkmak zorundayım. İşi bitirmek şart.

Yokuşun son çığırlarında kayalıkların tepelerinde cirit atan keçicikler ilgimi çekiyor.



Yokuşun tepe noktası Akbelenli. Yaklaşık 1023 metre rakımdayım. Hava kararmaya başladı. Eğirdir' e yaklaşık 35 km kaldı.



Akbelenli' den sonra yol iniş ağırlıklı. Bir süre düz gittikten sonra loş bir vadinin içine doğru bir kaç kilometrelik, dik ve nefis bir inişle 150 metre rakım kaybediyorum. Ardından çıkış başlıyor ve kararan havada ıssız bir vadi içinde tek başıma yokuş çıkacak olmam beni endişelendiriyor ve "hapı yuttuk" dedirtiyor. Neyseki çıkış kısa ömürlü. Sonra düzlük başlıyor. Eğirdir' e kadarki yolda iniş çıkış yok. Sadece az miktarda viraj var. Vadinin çıkışında bir köye giriyorum. Köyün minik gürültü köpeklerinden biri çıngar çıkartıyor ama bir süre sonra sesi kesiliyor. Köyde çikolata molası veriyorum. Bir astsubay benimle sohbet ediyor. Bir miktar çikolatayı çarçabuk yedikten sonra astsubay kardeşimle vedalaşıp yola koyuluyorum. Flaşörlerimi açıp mümkün olduğunca az durarak, sabit bir hızda Eğirdir' e ulaşmaya çalışıyorum. Diğer araçların farları arada sırada yolumu aydınlatıyor. Şansıma Ay bu gece pek parlak. Yol çizgileri kabak gibi belli oluyor. Olası çukurlardan birine düşmeyim yeter. Bir noktada küçük gürültü köpeklerinden bir ekibin dikkatini çekiyorum. Uzaktan görüyorum ama durmaya niyetim yok. Kovalarlarsa kovalasınlar diyerekten basıp geçiyorum. Köpeciklerin önünden geçmemle birlikte büyük bir gürültü kopuyor. 300-400 metre kadar kovalıyorlar. Normalde 25 km/h gibi bir sabit hızla giderken 35 km/h civarına kadar çıkıyorum. Ağır bir yokuşu tırmanmış yorgun bacaklarım bu kovalanmayla beraber daha fazla yoruluyor.

Eğirdir' e kadar bir daha köpek hadisesi olmuyor.

Eklemek istiyorum. Akbelenli' den sonra yağmur gibi sinek yağıyordu. Bölge sulak olduğundan sürekli sinek bulutlarına çarpıyordum.



1 saatte 25 km civarı mesafeyi almışım. Anayol kavşağındaki benzinciye giriyorum. Yarım saat kadar sohbet ediyorum. Aslında orada çadır kurmama izin vermişlerdi ama merkeze az kaldı. Ailemden "pansiyonda kalabilirsin" iznini aldım. Zaten çadırda o kadar ağır bir yolun yorgunluğunu iyi atamam. İyide etmişim. 22.30 gibi Eğirdir' in Yeşil Adası' na vardım. Birazcık dönüp dolaştıktan sonra Şehsuvar Pansiyonu buldum. Sıcakkanlı sahipleriyle hemen anlaşıp eşyalarımı odama çıkardım ve yemek yiyecek bir yer aramaya başladım.

Bir lokanta buldum. Girdikten sonra beni garsonlar turist sandı. Türk olduğumu anlayınca özellikle biri fena kızardı. Çorba, makarna ve limonsuz salata söyledim. Çorba çok kötüydü, makarna güzeldi, limonsuz olsun dediğim salata ise limonluydu. Suyla beraber 10 lira civarı tuttu. Kredi kartı uzattım ama nakit ödeyin ricası edildi. Kabul etmedim yine.

Hafif bir duşun ardından iki kişilik geniş yatağımda gerine gerine uyudum.

21. Gün bilgileri:

146.30 klm / 1851 klm toplam
14.9 km/h ort. / 41.2 km/h maksimum.
4607 kalori

-------------------------------------------------------------------------------------

22. Gün: 2 Temmuz 2009 Perşembe

Rahat geçen bir gecenin ardından 08.00' de çocuk sesleriyle uyandım. Kahvaltımı ettim ve çevre gezintisi yapmak üzere pansiyondan ayrıldım. Sahile iner inmez arka tekerim yine patladı. Pansiyona geri dönüp tamiri yaptım ve çarşıya gittim.

Pansiyon yetkilisi Şehsuvar Abi. Yeni Zellanda yada Avusturalya' da yaşıyor ve yaz tatili için eşi ve çocuğu ile Eğirdir' de yaşayan ailesine geliyor. Çok sıcakkanlı.



Buda Hollandalı bir turist bayan. Rotamı dikkatle inceliyor.



Arka lastiği tamir ederken rublemdeki minik dostumuzu fark ediyorum.



Eğirdir' den manzaralar.









İlk olarak istasyona doğru gidiyorum fakat yolu yokuşlu olduğundan ulaşamadan geri dönüyorum. Geri dönmeden evvel ilk kez tanıştığım kırmızı dut ağaçlarından biriyle samimi oluyorum. Sonra güç bela bir internet kafe bulup fotoğraf aktarımını hallediyorum. Kurulan pazardan karpuz alımı yapıyorum ve ara sokaklardaki bir lokantada uygun fiyata karnımı doyuruyorum. Salata, çorba, pilav üstü türlü 6 lira.

Sonra sahile geri dönüyorum. Ördekler çok şirin.



Göl tertemiz.



Uygun bir yer bulup göle ayaklarımı sokuyorum. Eğirdir harika bir yer. Anadolu bozkırlarındaki cennetlerden biri.

Eğirdir' den bir manzara daha.



Eğirdir' deki boğaz köprüsünden iki fotoğraf.





Pansiyona geri dönüyorum. Şahsuvar Pansiyon. Kaldığım oda büyük pencereli olan.



Pansiyonun olduğu meydanda büyük bir kırmızı dut ağacı görüyorum. Hemen yanına geçiyor ve kendimi kaybediyorum. :)))

Kırmızı dut hayatımda ilk kez karşılaştığım bir dut türü. Meyveler dalından zor kopuyor. Aşırı sulu. Suyu kan kırmızısı renkte. Fena halde boyuyor. Meyhoş bir tadı var. Çok tatlı değil. Daha çok ekşi.





Bir süre sonra operasyon yapacağım kiraz ağacında keşif yaparken. Kiraz ağacı pansiyon bahçesinde yer alıyor. Sabahleyin kiraz ağacına dalış yapmam için izin almıştım.



Savaştan çıkmışa dönen ellerim. Kırmızı dut sayesinde.





Kirazcıklara operasyon öncesi son bakış. Sonrasında en az yarım kilo yemişimdir. Bugün yediğim dut miktarı bir kilo vardır.



Dut ve kiraz ziyafetinin ardından gün içinde aldığım 6 kiloluk karpuza sıra geliyor. 3 te 1.75 i yani 3.5 kilo kadarı 1.5 kiloluk dut, kiraz karışımının üstüne iniyor :)

Gece bağırsaklarım bağırmamayı tercih etti. Bu yüzden şanslıyım.

Günün sonu pansiyon yanındaki kahvedeydi. Kahve tarihi bir yapı. Oldukça nostaljik. Kahvede eski bir fotoğrafçı büyüğümle sohbetim oluyor. Çaylar kendisinden geliyor sağ olsun.

Bu arada kahvenin önüne ilk oturduğumda yaşlı amcalardan biri "sende kimsin" demişti. Bölge halkı yabancılara karşı oldukça hassas. Yabancı kişiler hemen dikkat çekiyor.



22. Gün bilgileri:

14.45 klm / 1865 klm toplam
11.8 km/h ort. 34.8 km/h maksimum.
100 kalori
Bu blog sayfasındaki tüm yazılı ve görsel materyallerin (sponsor ve kardeş site bağlantı logo ve yazıları ile gazete küpürleri hariç) telif hakları Bâki Berk Kayalar' a aittir. Kullanmak istediğiniz görsel ve yazılı materyal için baymineral@gmail.com adresinden Bâki Berk Kayalar' a ulaşabilirsiniz.

Saygılarımla.